
Mehmet Tezkan
Demirtaş en önemli şartı söylemekten kaçınmış
Selahattin Demirtaş’ın ‘Korkma! Barış’ başlıklı makalesini dikkatle okudum. Katılmadığın yerler var eksik bulduğum noktalar var. Demirtaş nedense en önemli ‘gerekliliği’, aslında meselenin özünü, olmazsa olmazını söylemekten imtina etmiş...
Demirtaş’a katılmadığım yerden başlayayım…
“Büyük bir barışa doğru adım adım gidiyoruz” diyor. “Bize düşen de barış için çalışmaktır. Barışın güzelliğine inanarak, birbirimize güvenerek ve en güçlü şekilde arkasında durarak gereğini yapmaktır” diyor… Bir süredir Türk Kürt kardeşliğinden, Türklerle Kürtlerin kucaklaşmasından söz ediliyor…
Türklerle Kürkler kavgalı değil ki barışsınlar… Türklerle Kürtler yüzyıllardır yan yana iç içe yaşıyor. Batı illerinde Güneydoğu’da yaşayan Kürtlerden daha fazla Kürt var… Türklerle aralarında hiçbir sorun yok. Aynı mahallede, aynı apartmanda oturuyorlar, aynı işlerinde çalışıyorlar, birbirlerine ters bakmıyorlar…
Şimdi bu insanlara yeni paradigmanın gereği; hadi barışın mı diyeceğiz?
Demirtaş da iç içe olmanın altını çiziyor önemli kazanç olarak görüyor. Diyor ki; “Kürtler çeşitli nedenlerle Trakya’dan Anadolu’ya her şehre, her ilçeye dağılıp yerleştiler, buraları yurt edinecek kadar “yerli” hale geldiler. Devlet de bu yüzyıl içinde, Kürt coğrafyası dahil olmak üzere Türkiye’nin en ücra köşesine kadar kurumsal varlığıyla girdi, yerleşti. Bazen zoraki, bazen mecburi, bazen gönüllü şekilde işleyen bu iç içe geçme hali öyle bir duruma geldi ki, artık Kürtleri Türklerden ve devletten, devleti de Kürtlerden ve Türklerden ayırmak, ayrıştırmak imkansızlaştı. Bu demografik, kültürel, ekonomik ve siyasi iç içe geçme durumunu Suriye, İran ve Irak’ta göremezsiniz. Oralarda halen bölgesel bir homojenlik söz konusudur. Oysa Türkiye sosyolojisi, bu yönüyle diğer üç ülkeden açık şekilde farklılık gösteriyor.”
Kurtuluş Savaşı’nda birlikte, omuz omuza savaşmanın Çanakkale savunmasında yan yana yatmanın getirdiği bir sosyoloji var. Bu sosyoloji iç savaşı engelledi. Türklerle Kürtler birbirine düşmedi, birbirlerini düşman ilan etmedi, savaşmadı…
Bu sebeple hadi barışın denmesini anlamsız buluyorum. Türkler Kürtlerle PKK’yi ayırdı. PKK Kürt coğrafyasından beslense bile Türkler Kürt kimliğini hedef almadı. 40 yıl süren terör nedeniyle PKK’yı lanetledi. Kürtler de ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmekten, dillerini konuşamamaktan, kimliklerini gizlemek zorunda kalmaktan Türkleri değil buyurgan ceberut devleti suçladı.
Altını ısrarla çiziyorum iç savaş bu sosyoloji nedeniyle çıkmadı…
Hatırlayın 12 Eylül cundası Kürt yoktur, Kürt sözcüğü karlı dağlarda gezen insanların çıkardığı kart kurt seslerinden doğmuştur diyerek bir millete karşı pejoratif tutum almıştı…
Gelelim Demirtaş’ın makalesinde telaffuz etmekten imtina ettiği hususa… Meselenin can alıcı yerine… Demirtaş diyor ki; “Devlet de artık tekçi resmi ideolojiyi tümden bir kenara atarak Kürtlere tüm kapıları sonuna kadar açmalı; Kürtlerin diline, kültürüne, kimliğine saygı duymalı, bunları anayasal ve yasal güvence altına alarak eşit yurttaşlık temelinde entegrasyona zemin yaratmalıdır.”
Anayasal ve yasal güvence talebine yüzde yüz katılıyorum ama o anayasa ve yasalar uygulanacaksa!.. Demirtaş gereklilikler arasında demokratikleşmeyi de koymuş.
Ama bu rejimle, 2017 Anayasası ile demokratikleşme olmaz. Demirtaş’ın makalesindeki en büyük eksiklik bu. Gereklilikler arasında tek adam rejiminin parti devleti yapısının sonlandırılması talebini koymamış…
Neden acaba?
2017 Anayasası demokrat değil otokrat bir rejimi öngörüyor. Bütün yetkilerin tek kişide toplanmasına izin veriyor. O kişinin aynı zamanda parti başkanı olmasını Anayasal güvenceye alıyor. Parti devletini Anayasal zorunluluk haline getiriyor…
Bu yapı demokratikleşme değil, otoriterleşme üretir…
Hayatımıza yeni giren dezenformasyon yasası ile siber güvenlik yasası sert otoriter rejimin totaliter rejime dönüşeceğinin belgesi. İkisi de sansür yasası.
Hemen somut örnek. TÜSİAD’ın iki başkanı hükümet politikalarını eleştirdi diye beş yıl hapisle yargılanıyor. İçeriğini bilmedikleri konuda kulaktan dolma bilgilerle beyanda bulunarak gerçeğe aykırı bilgi yaymışlar
Neyin doğru neyin gerçek olduğu iktidar tarafından belirleniyorsa, itiraz eden, iktidarı eleştiren, farklı fikirler söyleyen yargılanıyorsa bu yapıdan demokratikleşme çıkmaz…